Alevilik-bektaşilik
Alevilik-Bektaşilik
Alevilik-Bektaşilik nedir?
Alevi-Bektaşilik: 1200’lü yıllarda Anadolu’da (Türkiye’de) Hünkar Bektaş Veli (HBV) tarafında temeli atılan ve onun yoldaşlarınca geliştirilen, gelişmekte olan sentezi bir inançtır. Alevi-Bektaşilik kökenleri, heteredoks İslam (batini İslam yorumu), eski Türk inancı Şamanizm, eski İran ve Kürt inancı Mazdek, Mani, Zerdüştlük, ayarıca Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, ve Anadolu'nun antik çağ, eski yunan doğa filozofları gibi birçok değişik inanç ve tasavvufi (felsefi) sofi düşüncenin, kaynaşımı ve kökeni daha çok sözlü geleneğe dayanan, insanı merkeze koyan, öz itibarı ile tüm VARLIĞI ve insanı Hak (tanrı) kabul eden, kendine özgü bir inançtır. İnanca mensup olanlar kendilerine Alevi-Bektaşi veya kısaca Alevi derler. Tarihte Kızılbaş olarak ta geçer. (Bu yazıda Alevi, Alevilik terimi kullanılmıştır.)
Coğrafik olarak Aleviler.
Coğrafik olarak Aleviler, daha çok Türkiye’de (yaklaşık 20 milyon) ve az miktarda Türkiye’nin komşu ülkelerde yaşarlar. Danimarka’da Türkiyeli göçmen işçilerin yaklaşık ¼ ( yaklaşık 10.000 kişinin) Alevi inancına mensup olduğunu tahmin ediyoruz. Danimarka’da Randers, Arhus, Hedensted, Odense, Slagelse, Ringsted ve Kopenhag şehirlerinde Alevi dernekleri vardır. Tarihte uğradıkları çeşitli baskı ve katliamlardan dolayı Aleviler, inanç ve kimliklerini açıklamaktan çekinirler.
İslam dünyasında Ali ve Alevilik deyimimi ve Ali ile ilgili tarikatlara sıkça rastlanılır. Fakat Anadolu Alevi-Bektaşiliği bazı İslam’ı kaynak ve terimleri kullansa da bilinen İslam’dan hem tanrı anlayışı hem de inançsal pratik/ ritüeller bakımından tamamen ayrıdır. Örneğin Aleviler İslam’ın 5 şartı olan; Oruç, namaz, zekat, haç, kelimeyi şahadete uymazlar veya kendilerine göre çok değişik bir yorumları vardır. Alevilikte olan örneğin CEM, semah, musahiplik gibi kurumu bilinen İslam’da yoktur.
Bu anlamda Aleviliği kısaca kendine özgü sosyal ve inançsal bir anlayış olarak tanımlayabiliriz. İslam’la ilgisi olmasına rağmen Alevilik katı Sünni ve Şia İslam anlayışından oldukça farklı özellikler taşımaktadır. Bu anlayışı, tarihsel ve sosyal koşulların doğal bir sonucu olarak, kitabi olmaktan çok sözlü geleneğe dayalı, birçok eski inançların ve mitolojinin bazı İslamî şekillerle yaşamağa devam ettiği, hakim Sünni İslam’dan farklı kurum ve kurallara sahip bir tür halk inancı olarak ta nitelendirilebilir.
Aleviliğin tanrı anlayışı
Aleviliğin tanrı inancı VARLIĞIN BİRLİĞİ ve bunun en mükemmel parçası olan insanın kutsallığı üzerine kuruludur.
Aleviler (vahdeti mevcut) VARLIĞIN BİRLİĞİ: tanrının her şeyi kendi varlığı, ışığı (nuru Alevinden) yarattığına, varlığın yoktan var olmadığı gibi, yok edilemeyeceğine, TANRI, doğa ve insanın, (tüm alemin) bir bütün (HAK) Tanrı olduğuna ve bu varlığın en mükemmel parçası olan insana (Ademe) tanrının kendi ruhunu verdiğine inanır. Bu nedenle de kamili insan ve ‘insan tanrıdır, tanrı insandır’ En-el HAK (ben tanrıyım, hakikatim) düşüncesi, Aleviliğin HAK tanrı anlayışımızın özünü oluşturur. Alevilik inancının temek kitaplarından sayılan Buyruk ve Makalat’ta Tanrının kendi özünden önce zahiritemsilen Muhammed’in nurunu ve batini özü temsilen Ali’nin nurunu ve bu iki nurdan tüm varlıkların oluştuğu, ve ardından tanrının insanı topraktan yaratıp kendi ruhunu verdiği, düşüncesinden anlatılır. Bu nedenle Alevilik anlayışında Hak-Muhammed-Ali üçlemesi tanrının birliği olarak algılanır bir kelime olarak söylenir.
Alevilik inancı zahiri yüzeysel şekle değil öze önem verir, Tevrat İncil Kuran vb. kutsal kitapları da batini öz insana verilmek istenen ahlaki değerler olarak yorumlar.. Alevilik; “Okuyan Muhammed yazan Ali’dir”, “Aynayı tutum yüzüme, Ali göründü gözüme”, “Ben Aliyim Ali benim” gibi yüzlerce deyimle, bir Ali kültü oluştururu, Aliyi tanrılaştırır gök yüzüne çıkarırı sonra yere indirip En-el-Hak düşüncesiyle Ali-Tanrı düşüncesini insanda bütünleştirir
Alevilik inancında İnsan yaşamı, tanrıyla bütünleşmeyi amaçlayan uzun ince devriyeli bir yoldur.. Alevilik inancında tanrıyla bütünleşmeye giden yol, 4 kapı 40 makamdan geçer. Edebine sahip olup, hak yemeden hak yedirmeden, bilim, sevgi ve saygı yolundan ilerleyerek, insanın kendini (hakkı) arayıp bulması, kendini bilmesi, kamili insan olmaya çalışması, hak için halka hizmet etmesi ile olur (Halka hizmet, Hakka hizmet insanlığa hizmet). Aleviler bu nedenlerle inançlarını, Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Bektaşi Veli, Kamili insanlık yolu. Kısaca HAK yolu diye tanımlarlar. Ölülerinin ardından Hakka yürüdü hakka kavuştu diye hitap ederler.
Alevilik dini-mistik yönü fazla olan bir inanıştır. İnancın temelinde Allah-Muhammed-Ali bulunmaktadır. Alevilikte Allah korkusu değil, Allah sevgisi vardır. Yaratıcı ve yaratılan arasında bir karşıtlık ve çelişki olmayıp, birbirini tamamlayıcı bir bağlantı olduğu varsayılmaktadır. Buna göre yani Varlığın birliği anlayışına göre, insan Allah’ın varlığının bir parçasıdır. Ona ulaşmak, ondan korkarak, şeriatın biçimsel koşullarına uymakla olmaz. Ona ancak onu karşılıksız severek ve onunla bir olarak ulaşılabilir. Aleviliğin Allah inancına yönelik düşüncelerinin temelini, Beyazıd-ı Bistami, Hallac-ı Mansur gibi tanınmış sufilerin düşünceleri oluşturmaktadır. Onlar namaz, oruç, hac gibi, biçimsel ibadetleri reddederek biçimi değil, özü esas alıyorlardı. Hallac’a göre, Allah’a ulaşmak için Hacca gitmek yersizdir, şöyle ki “Gerçek Kabe taş bir yapı olmayıp, insanın kalbidir.” Benzer görüşleri Anadolu’daki Alevi aşıkları (ozanları) örneğin Yunus Emre’nin şiirlerinde de bulabiliriz. Allah’a ulaşmanın şeriatın emrettiği ibadetlerle olamayacağına, Allah’a her yerde ve her istenen zamanda ulaşıla bilineceğine inanılır.Alevi-Bektaşi inancında insan, Tanrı’nın bir parçasıdır, dolayısıyla insan Tanrı’ya korkuyla değil sevgiyle yaklaşmalıdır. Aleviler Allah’ın cezalandırıcı değil, sevgi dolu olduğuna inanırlar. Alevi inancına göre Tanrı’ya ulaşmanın en iyi yolu İnsan-ı Kamil (Olgun İnsan) olmaktır. İnsan-ı kamil ise Tanrı’nın yeryüzünde yarattığı en şerefli varlıktır. Alevilere göre, tanrıya ibadet etmek, O’na ulaşmak için İslam’ın biçimsel şeriat kurallarına uymak gerekmez. Esas olan biçim değil özdür. Alevi-Bektaşilerin Tanrıya olan bağlılığı ve sevgileri biçimsel olmayıp, özü aşkı esas alan mistik ve tasavvufi bir bağlılıktır.Her nereye dönülse Tanrı oradadır. Tanrı’ya ibadetin belli bir biçimi olamaz. Her yerde her zaman Tanrı anılır, ondan yardım istenir. Tanrı’nın gerçek evi, ibadethaneler değil, insanın gönlüdür. Bu nedenle insanın diğer insanlarla olan dostluğu, onları memnun etmesi, Kabe’yi ziyaret etmek karşılığı (Gönül Kabesi) olarak nitelendirilmektedir.Tasavvuf anlayışına göre doğada var olan her şey Tanrı’yı oluşturur, her varlık tanrının bir parçasıdır. Alevi felsefesinde VARLIK yoktan var olamaz ve var olan hiç bir şey ebediyen yok edilemez. Alevi-Bektaşilere göre Tanrı’nın insanda görünür, insanın Tanrının yeryüzündeki görüntüsü olduğuna da inanılır. Bu söylemlerin hepsi her şeyin bir olduğu, yani varlığın birliği (vahdet-i mevcud vücud) anlamına gelir.Aleviliğin bu tanrı anlayışı tüm inananlar tarafından bilinir, fakat her üye bunun günlük hayatında farklı yorumlayabilir. Alevilikte tanrı genellikle: Hak, Allah, Ali, Şah,Hü, Hüda, Adem/insan Yaradan, Tanrı, Mevla, Dost gibi. isimlerler anılır.
İkrarname
Alevi-Bektaşi inancına talip olan kişinin bilerek ve gönülden inanıp, bir CEMde toplum ve Pir/dedehuzurunda dile getirmesi ve patrikte uymaya çalışması gereken bir ikrar-namesi vardır.
Bu kısaca: Hak-Muhammed-Ali- Hünkar Bektaşi Veli kamili insanlık yoluna talip, Elime Dilime Belime sahibim, olsun cemi canlar, şahid-allah..) şeklindedir.
Ayrıca bunun dışında veya bununla beraber bazı bölgelerde, Aleviler ikrar cemi esnasında, İslam’daki kelimeyi şahadete, (Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh)’ benzer bir ikrar nameyi kendi inançlarına uygun olarak şu şekilde söylerler ‘La ilahe illallah Muhammenden Resulullah Aliyen Veliyullah, Veliyen Aliyullah, mürşidi kamiliullah, hakkımızın hayırlısını sen ver Allah Eyvallah’Bugün inanca mensup birine Alevilik ikrar inancı ne diye sorulduğunda, öncelikle Eline Diline Beline sahip olmak der. Bu deyim Alevi ikrar ve inancının temelini oluştururu ve aynı zamanda Alevilerin uyması gereken en temel etik/ahlaksal kuraldır. Pr tikte ilk defa Alevi-Bektaşi olmak isteyen bir kişinin ikrarı: Ya kişinin önceden Alevi-Bektaşi olan bir kişiyi kendine rehber seçerek, veya bir Alevi derneğine üye olarak yolun kurallarını öğrendikten sonra: Bir ikrar cemine, rehberi ile 4 kapıya selam vererek girip dede ve canlar önünde (hak meydanında) dara durarak; (evlilerse eşler beraber dara dururlar.) yukarıdaki ikrarı vermesi ve cem sırasında Dede / Ananın verdiği öğüt ve dualarla yürürlüğe girer. Burada talip “Eline, diline, beline” ve “Aşına, işine, eşine” sahip olacağına söz vererek Hak-Muhammed-Ali Yolu’na ikrar vermiş olur. İkrar veren talipler söylenenlere “Eyvallah” diyerek cevap verirler.
Pir/dede talibe, söylediğin bizim sakladığın senin diyerek
Eline diline beline, Aşına eşine işine sahip olması, (edeb) kendine reva görmediğini başkasına uygulamaması, kendini bilip, 72 millet ve tüm canlara, Ehlibeyt ve 12 imamlara sevgi saygı göstermesi ., canlar ve pir huzurunda, 4 kapı 40 makam kamili insan öğretisi üzerine enel-hak olmaya (tanrıyla bütünleşme) çalışıp HAK-Muhammed-Ali-Bektaşi yolunda yürüyeceğine halka hakka HİZMET edeceğine, dair pir/dedenin telkinlerine dinleyip, pirin sözlerine eyvallah demesi ve dedenin bu yol uzun ve zordur şimdi ikrar verip yarın döneceksen hiç söz verme, hadi git demesine rağmen, yukarıdaki ikrarını yenileyip yola girmekte ısrar etmesi üzerine, dede ve ceme katılan canların kişinin yola girmesini eyvallah diyerek onay vermesi kişinin dedenin verdiği öğütlere eyvallah demesi ile kişi Alevi Bektaşi inancına girmiş olur.. Dede ikrar sırasında talibe şu veya benzeri öğütleri verir: “Yolunu bir bil. Rehberini peder bil. Mürşidini, pirin varisi bil. Yalan söyleme. Haram yeme, gıybet etme, arkadan dedi-kodu yapma. Şehvetperest olma. Eline diline beline sahip ol. Kin ve kibir tutma. Kimseye haset etme. Garaz, buğuz, inat etme. Gördüğünü ört görmediğini söyleme. Elinle koymadığını alma. Elinin ermediği yere el uzatma. Sözünün geçmediği yere söz söyleme. İbretle bak, hilm (yumuşaklık) ile söyle. Küçüğüne izzet, büyüğüne hürmet ve hizmet eyle. Oniki İmamı, Ondört Masum’u bir nur bil. Bunları hak olarak tanı. Her yerde ve kendi özünde Hakkı hazır bil. Erenlerin sırlarına eriş. Gerçek rehber Muhammed Mustafa’yı, gerçek mürşid Ali-el-Murteza’yı bil. Özünü bu yolda böylece tut. Evveli Hu, ahiri Hu...”
Daha sonra Dede şöyle dua ederek ikrar ayinini bitirir: “...İkrarınız kadim ola, yüzünüz ak ola. İşiniz sağ ola. Muhammed-Ali yardımcınız, gözcünüz, bekçiniz ola. Bu ahidden bu peymandan (sözden) dönmeyesiniz. Biribirinize muhabbetiniz daim ola. Muhammed-Ali yoluna inancınız ziyade ola. Pirinizin, rehberinizin yoluna canınız feda ola. Mümin kardeşlerinize riayetiniz çok ola. Başınız devletli ola. Ağzınız tatlı kala. Haramdan, zinadan, yalandan, kinden, kibirden, kahkahadan beri olasınız. Sağlıklı, mutlu olasınız. Malınız arta, Hakka yaraya. Üçler, Beşler, Kırklar, Yediler, Erenler, evliyalar, aşıklar, sadıklar, ayıklar, uyanıklar, Nesimi, Hatayi Sultan, Kızıl Deli, pirim Hünkâr Hacı Bektaş Veli bu ahidde, bu demanda ber-karar eyleye. Gerçeğin demine hü mümine ya Ali...” Sonuç olarak günümüzde kendini Alevi-Bektaşiliğin evrensel felsefesine yakın gören herkes Alevi-Bektaşi olabilmektedir. Aleviliğin insan sevgisi temeline dayalı inanç ve kültür anlayışı dünyanın değişik toplumlarından insanların ilgisini çekmekte ve kendilerini Alevi-Bektaşi olarak hisseden pek çok insan bulunmaktadır.Talibin bir defa sözle ikrar vermesi yeterli değildir. Alevilik yoluna sonradan giren veya Alevi ana babadan doğup bu kültürle yetişen Canlar normalde yılda en az bir defa görgü cemine girip görülmeleri, özünü dara çekip, ikrarlarını yenilemeleri gerekir. Bu ikrar topluca olabilir
Aleviliğin temel etik, ahlaki kuralları.
Aleviliğin en temel etik, ahlaki kuralları: Kısaca eline diline beline ve aşına işine eşine sahip olmaktır. Alevilerin yaşamları boyunca uymak zorunda oldukları ahlak kuralları bulunmaktadır. Bu kurallar evrensel insani, ahlaki ilkelerle de uyum halindedir.
Dedenin ve toplumun önünde uymaya söz verdiği bu kuralları çiğneyen, yani ikrarında durmayan kişiler, Alevilikte düşkün olarak adlandırılırlar. Düşkünler, Dedeler veya yaşlı kişilerce güzel bir dille uyarılarak, iyiliğe ve doğruluğa yönlendirilirler. Aleviliğin ahlak esasları edepli olmak, insan-ı kamil olmak üzerine kurulmuştur. Edepten maksat bir kişinin “Eline, diline, beline sahip olması”dır.Eline sahip olmak: Elle koymadığını alma (hırsızlık yapma), elini kendinden güçsüze kaldırma, ellerin iyiliğe hizmet etsin, el al el ver, el emeği, alın teri, el ele el hakka, gibi anlamları içeriri. Her fenalık insanoğlunun elinden geldiğine göre, el’e sahip olmak koşulunun ne kadar önemli olduğu anlaşılır.Diline sahip olmak: Görüp duyup bilmediğini (yalan) söyleme, bildiğini ehlinden esirgeme, tatlı dilli muhabbetli ol gibi birçok anlamları içeriri. Dil de el kadar önemlidir. İnsan diliyle başkalarının gönlünü kırabilmekte ve yalan söyleyebilmektedir. Dile sahip olmak da bu açıdan çok önemlidir.Beline sahip olmak: Egoist bencil duygulara hakim ol, her türlü ilişkin gönül rızası ve sevgiye dayansın, her önüne gelene eğilme gibi anlamlar içeriri ve Bel’e sahip olmak ise insanın hayvani duygularının önüne geçerek alıkoyar Alevi-Bektaşiler, Dedelerden, ibadetler sırasında “Eline, diline, beline sahip ol, elinle koymadığını alma, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma, kötü söz söyleme, haram yeme, büyüklerini say, küçüklerini sev...” gibi öğütleri sürekli alır ve bunları Alevi-Bektaşi yolunun ahlaki esasları olarak benimser. Bu yolda herkes can, kardeştir. Eşitlik vardır. Allah’ın gerçek evi olan gönül kırılmaz ve oraya en küçük bir kuşku girmez. İnsanı sevmek esastır. Din, dil, ırk ayrımı yapılmaz ve bu “ 72 Yetmiş iki milleti bir görmek” deyişi ile ifade edilir. Cömertlik, konukseverlik, yardımseverlik, gönül kırmamak, cesaret, sabır, terbiye, ayıpları görmemek, doğruluktan ayrılmamak gibi unsurlar, Alevi ahlak sisteminin diğer önemli unsurlarındandır.
4 kapı, 40 makam.
Aleviliğin ahlak felsefesi özet olarak “Dört Kapı Kırk Makam” da toplanmıştır ve Alevi-Bektaşiliğin etik kurallarının esaslarını oluşturur. Dört Kapı ve bu kapıların onar makamı aşama aşama insanı kendisine, ailesine ve topluma yararlı olgun insan durumuna yükseltmektedir. Alevi-Bektaşi felsefesindeki anlamı üzerinde değişik yorumlar yapılmaktadır. Onun içeriği yani aşamalarının anlamı hiç şüphesiz Sufiliğin mistik ve gizemli havasını taşımakta olup, o yolu benimseyenlerin özel anlamlarına sahiptir. Anadolu’daki Alevilerin ser-çeşmesi Hacı Bektaş Veli’ye göre insan Tanrı’ya belli aşamalardan yani dört kapı ve bunların kırk makamından geçerek ulaşır. Dört Kapı’nın Hak yolunda yürüyen bir insanın yaşamında geçirdiği manevi aşamalar olduğunu kabul edenler de vardır. Buna göre 1. kapı Şeriat, (yasa) kendi öz benliğini kötülükten arıtmayan, gelişmemiş olgunlaşmamış insanın, din kuralları ve yasalar zoruyla eğitilmesi, kişilere ve topluma zarar verecek hareketlerine meydan verilmemesidir. Yel ehli hava ile özleştirilmiştir. 2. Kapı Tarikat, (yol) insanın kendi istek ve iradesiyle, hiçbir dış zorlama olmadan her türlü kötülüğü benliğinden kovabilmesi, elinden gelebilecek tüm iyilikleri hiç kimseden esirgememesi devresidir. Od/Ateş Alev ehli ateş ile özleştirilmiştir. 3. Kapı Marifet, (marifet beceri) duygu ve ilimde en yüce düzeye ulaşmak, tanrısal sırlara erişmektir. Su ehli, su ile özleştirilmiştir. 4. Kapı Hakikat, (gerçek, tanrı) Hakk’ı görmek, zaman ve mekan içinde tanrısal alemin gücü içinde erimektir. Turap/Toprak ehli toprakla özleştirilmiştir.
Şeriat, anadan doğmak; Tarikat, ikrar vermek; Marifet nefsini bilmek; Hakikat, Hakk’ı özünde bulmak yollarıdır biçiminde anlatanlara da rastlanır. Diğer bazı yazarlar Şeriat, Hz. Muhammed dönemi; Tarikat, Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli dönemleri; Marifet, bilimin ve fennin geliştiği yeni çağ; Hakikat ise insanlığın mutluluğa ve kesin barışa ulaşacağı dönemdir diye güncel bir açıklama getirirler. Dört Kapı, normal bir insanın başlangıçta ham olan ruhunun ve benliğinin dört aşamadan geçerek ergin hale gelmesi, ilahi sırra ulaşmasını da ifade etmektedir. Deyişlerde de sık sık söz edilen Dört Kapı Kırk Makam’la ilgili olarak ünlü Alevi Ozanı Şah Hatayi şöyle demektedir:Ela gözlü pirim geldiDuyan gelsin işte meydan Dört Kapı’yı Kırk MakamıBilen gelsin işte meydan Geleneksel Alevi yaşantısında sosyal adalet ve dayanışma oldukça gelişmiş durumdaydı. Varlıklı kişilerin yoksullarla dayanışmaları ve onlara yardım etmeleri Alevi yolunun gereklerindendi. Ayrıca Alevi öğretisi kişiye, bütün insanları bir görmeyi, hiç kimseyi dilinden, dininden, ırkından dolayı ayırt etmemek herkese ve her şeye aynı gözle, Hak nazarıyla bakmak gibi evrensel ve hümanisttik bir yapı kazandırır. (Bak şema 40 kapı 40 makam)
Alevilikte ibadet ve cem geleneği
Cem sözcüğünün Türkçe karşılığı toplamak, bir araya gelmek (birlik) demektir. Aleviler’de Cem tam anlamıyla bu anlama uygun olarak yüzyıllarca işlev görmüş denilebilir. Cem bu anlamda Alevileri yüzyıllardır bir arada tutan bir sosyal bir dayanışma kurumu işlevi de görmüştür. Cem, Alevilerce “HAK-MUHAMMED-ALİ DİVANI” olarak adlandırılır. Alevilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine dayanır. Ayrıca Cem, Alevilikte en önemli dinsel törenin (ibadetin) adı olmanın ötesinde işlevlere de sahiptir. Cem ibadetinin bir diğer adı da “halka namazı”dır. Cem’deki halkada esas olan namaz deyişiyle kastedilen Buyruk’taki ifadeyle niyazdır, Allah’a yalvarmaktır, dua etmektir. Cem’in değişik versiyonları, değişik bölgelerdeki Alevi-Bektaşi toplulukları arasında Ayn-ül Cem, Ayin-i Cem, Cem âyini, Abdal Musa Kurbanı, Birlik Cemi, Dardan İndirme Erkanı, Koldan Kopan Erkanı, Ali Cemi, Görgü Cemi, İçeri Kurbanı, İkrar Cemi, gibi adlarla da anılmaktadır. Kırsal kesimde kış aylarında, özellikle Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan akşamları Cem tutulurdu, bugünün Şehir ve Avrupa koşullarında cemler hafta sonu ve tatil akşamları cem yapılmaktadır.
Cem Kurumu’nun içeriği sadece dinsel değildir daha kapsamlıdır. Geleneksel kırsal Alevilikte Cemler dinsel, eğitsel ve hukuksal işlevlere sahip olmuşlardır. Geleneksel görüşe göre, Alevilikle ilgili temel toplumsal kurumların tümü olduğu gibi Cem ibadeti de Hz. Muhammed ile Hz. Ali zamanındaki “Kırklar Cemi”ne dayanmaktadır. Buna göre Cem ibadetinin temelleri Kırklar Cemi’nde atılmıştır. Büyük Alevi Ozanlarının Cem’in Kırklar Cemine dayandığına ilişkin de birçok deyişleri bulunmaktadır.
Cem kurumunun kökeni geleneksel bakış açısıyla Kırklar Cemi’ne dayanılarak açıklanmaya çalışılsa da, tarihsel ve sosyolojik veriler başka unsurların da dikkate alınmasını gerektirmektedir. Anadolu’da bugün yaygın olan saz geleneği, kadınlı erkekli törenler ve bu törenlerde yapılan “semah” adı verilen dinsel danslar gibi “Cem kurumu” da İslamiyet öncesi geleneklerin İslam sonrası değerlerle yoğrulmasına dayanmaktadır.
Resmi otorite ve inanç Alevi-Bektaşiliği resmen kabul etmeyip yasakladığı için Alevilik zamanla içe dönük kapalı bir inanç olmuş, hakim çevreler Alevilik ve Cem ritüeline yönelik küçümseyici ve ahlakdışılık yüklü birçok kulaktan dolma söylentinin ki -bu Sünni halk arasında mum söndü sözü ile ifadelendirilir- varlığı da bilinmektedir. Alevi olmayan gruplarca Alevilerin farklı bir inancı olduğunun reddedilmesi, bu törenin Alevi olmayanlarca izlenememesi sonucunda Cemlerdeki işleyişin bir türlü anlaşılamaması asılsız önyargıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Alevi cemlerinde yakılan mum (çerah) tantı nuru, ışığı, bilim ve aydınlanmayı sembolize eder. Ve cem de mum yakıp söndürülmez. Çerahı uyandırmak sem sonunda da çerahı dinlendirmek denir. Tanrı ışığı nuru daimdir ne yakılır ne söndürülür. Bu nedenle uyarma dinlendirme denilir.
Cem kurumunun dinsel işlevi ön plandadır. Aleviliğin temel ibadeti bu yolla icra edilir. Cem kutsal bir ritüeldir. Cem’deki işleyişin temeli Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin de katıldığı Kırklar Cemi ile atılmıştır. Cem, Alevinin inancını oluşturan düzenli bir ibadeti olmaktadır. Bu ibadet uygulaması Alevi inancının en önemli unsurudur. Cemlerdeki dualar, ceme katılanların ana dilinde Türkçe, Kürtçe, Zazaca vs. yapılır, fakat inancın Anadolu’ya özgü olması ve dede ve Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet büyük ozanların Türk kökenli olması dolayısıyla bazı dua ve deyişlerin Türkçe okunduğu görülmektedir.
Cem kurumunun bir diğer yönü de sosyal ve eğitsel işlevleridir. Sosyal dayanışmayı sağlamasının yanısıra, orada gerçekleştirilen ritüel ve anlatılanlar inanca, tarihe gündelik yaşama ilişkin bilgiler de içermektedir. Dolayısıyla “Cem” toplumsal yapıları gereği başka eğitim kurumlarından yoksun bulunan Aleviler için sürekli bir eğitim kurumu işlevi görmüş bulunmaktadır. Geleneksel kır yapılanmasında bulundukları toplum içinde nisbeten daha eğitimli ve bilgili olan Dedeler Cemlerdeki sundukları bilgilerle uzun süre bu eğitsel işlevi yerine getirebilmişlerdir. Cemde taliplerin sorup bilgi alşverişinde bulunduğu bu bölüme muhabbet te denilmekte. “Muhammed-Ali Meydanı” ve “ölmeden önce ölünen yer” olarak da nitelenen Cem Meydanı her yönüyle kutsal kılınmıştır. Özellikle Dedeler taliplerini ziyarete çıktıkları zaman Cemler genellikle şu kişilerin evlerinde yapılabilirdi: 1. Oniki Hizmet sahiplerinden birinin veya varsa dikme Dedenin evinde, 2. Köyün ileri gelenlerinin birinin evinde 3. Belli yatırlar ve ocakların bulunduğu yerlerdeki mekânlarda.
Dede genellikle bu Cem yapılacak evde konuk olurdu. Ancak Dede’nin konuk olacağı ve Cem yapacağı bu evin Cem yapılabilmesine uygun bir odaya sahip olmasının yanısıra daha önce ifade ettiğimiz üzere ev sahibi aile de titizlikle seçilirdi. Bu aile bireylerinin düşkün olmaması, kapı komşularıyla sorunlu olmaması, lokmasının yenebilmesi, o köyde sevilen bir aile olması gibi nitelikler aranırdı. Aksi taktirde Dede o evde kalamaz Cem yapamazdı. Çünkü Cem’in temel amacı ideal insanın özellikleri olan “eline, diline, beline ve aşına, işine, eşine sahip olmak” şeklinde özetlenebilecek doğruluk ilkelerinin toplulukta yaşatılması, benimsetilmesidir. Dede’nin bölgeye gelişinden Cem’in yapılması ve sonrasına kadar her aşamada bu ilkelerin gözetilmesi amaçlanır. Avrupa’da Cemler varsa cem evi dernek lokalleri veya uygun kiralık lokallerde yapılmaktadır.
Cem ibadeti biçimsel anlamda oniki hizmetin yerine getirilmesinden oluşmaktadır. Cem’de Oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayrı ayrı sahipleri vardır. Her hizmet sahibi Cem’deki işleyiş sırasında görevi ne ise onu yerine getirir. Her Alevi’nin yılda en az bir defa görgüden (görgü cemi) geçmesi, hal ve gidişatının muhasebesini yapması, ikrarını tazelemesi ve gerektiğinde topluma hesap vermesi genel kuraldır. Dedeler (Pirler) bu amaçla her yıl düzenli bir şekilde kendilerine bağlı bölgelerdeki taliplerini ziyaret ederler veya talipler dedeyi çağırırlar. Dedelerin bu ziyaretleri genellikle, sonbahar, kış aylarında olur. Dede bir yere geldiğinde peyik (davetçi) adı verilen bir kişi ev ev dolaşarak cemaate/cemiyete
Dedenin geldiğini ve cem yapılacağını taliplere haber verir. Cem evi cem töreni için hazırlanır. Önceleri Cem töreni genellikle cuma akşamı, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılırdı. Bugün daha çok cuma akşamı ve hafta sonları tatil günlerinde cem yapılmaktadır: Cem’deki oniki hizmet sahipleri ve görevleri şu şekildedir ve her hizmetin inansal, sosyal, pratik ve sembolik anlamları vardır: Dede, cem törenini yönetir. Rehber, cemde görgüsü yapılanlara yardımcı olur ve dedenin yardımcısıdır. Gözcü, cemde düzeni sağlar gelen gidenle ilgilenir. Çerağcı (Delilci), çerağı (mumu) uyandırır ve meydanın aydınlanmasını sağlar. Zakir, saz çalarak deyişler söyler. Süpürgeci, her hizmetin sonunda, süpürge çalma görevini yerine getirir. Sakka, su dağıtır, lokmalar yendikten sonra temizlik için ibrik, leğen, havlu getirir. Sofracı, kurban ve yemek işlerine bakar. Pervane, Semahla ilgilenir. Peyik, cemin yapılacağını herkese haber verir. İznikçi, cemevinin temizliğine bakar. Kapıcı, cem yapılan yerin kapısında bekler, cemin/ toplumun rahatsız edilmemesini sağlar. Yasal olarak Türkiye’de cem yapmak halen yasaktır. Bugün filen bu yasak kırılmış olsa da, yetkili güvenlik güçleri yasaya dayanarak cemi durdurabilmektedir. Hizmet sahipleri ve görevleri özetle bu şekildedir.
Peyik Cem ibadeti için bütün talipleri Mürşid, Pir, Rehber huzuruna davet edilir. Bu daveti duyan canlar, musahipleri ile görüşür. Herkes evinde hazırlanıp en güzel giysilerini giydikten sonra ev halkı varsa musahibinin ev halkı ile birlikte, Dede’nin belirttiği gün ve saatte Cem’e katılırlar. Cem töreni, Dede tarafından görevlendirilmiş yukarıda adları verilen 12 hizmet sahiplerince, Dedenin yönetiminde, bir çeşit divan başkanı gibi, belli bir düzen içerisinde yerine getirilir. Dede, cem yapılacak yerin en üst tarafında ve ocak yanında önceden hazırlanmış, ceme katılan herkes tarafından rahatça görülebilecek ve duyulabilecek bir yerde bazen serilen postun üzerinde oturarak yönetir. Dedenin oturduğu yer Dede postu veya pir postu olarak adlandırılır. Yanında diğer Dedeler veya Zakir/Aşık oturur. Bazı bölgelerde zakirlik görevini de Dedeler yerine getirdiğinden ayrıca bir zakir bulunmaz. Toplulukla Dedenin oturduğu yer arasındaki meydan hizmetlerin bir bölümü için boş bırakılmıştır. Semahlar burada edilir. Hizmet sahipleri dedenin (karşısında) meydanda dara durarak, dededen dualarını burada alırlar. Musahipler, bu meydanda görülürler. Aleviler arasındaki söyleyişle geniş anlamda Cem, dar anlamda ise bu meydan “Muhammed Ali Meydanı” olarak adlandırılır. Cem törenine düşkün (suçlu) olanlar alınmazlar. Cem’e gelen talipler yüzleri Dedeye dönük olarak yüz yüze yani “cemal cemale” daire ibadet ederler. Burada oturma halka şeklinde belli bir düzen içerisinde minder/posta oturarak yapılır. Mazereti olanlar sandalyeye oturabilir. Ayrıca bugün Avrupa koşullarında sandalyeye oturarak ta cem yapıldığı ve reform girişimleri görülmekte. İfade ettiğimiz gibi oniki hizmet sırasıyla yerine getirilir. Her talip musahip görülmesinde Dede, cemaatten razılık alır. “Bu canlardan razı mısınız?” diye sorar. Cem’de kurban hizmeti de görülür. Semah ve dualar (gülbâng) okunur. Cem’de işleyiş, dedenin yönetiminde ve diğer hizmet sahiplerinin hizmetleriyle büyük bir disiplin içerisinde yürütülür. Her hizmet sahibi görevini bilir ve eskiden genellikle belli aileler belli hizmetleri yürütmekteydi, bugün kimin hangi hizmeti yapacağı cem öncesinden (derneklerde) belirlenmekte. Mürşid (Dede) her yıl bu şekilde geçmişteki Cem törenlerinde verdiği yola ilişkin kuralların, derslerin ve öğütlerin uygulanıp uygulanmadığını denetleme amaçlı hizmetlerde bulunmak için topluluğu toplar, Cem ibadetini yürütür.
Cem içerisinde saz ve söz birliktedir. Alevilerin büyük saygı ve sevgi beslediği yol ulularının ve yola ilişkin kuralların işlendiği Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet gibi ozanların deyişleri Dede veya Zakir/Aşık tarafından saz eşliğinde söylenir. Saz, Alevilerce “telli Kur’an” olarak adlandırılır. Sözlü geleneğin hakim olduğu bu topluluklar, yola ilişkin bilgi gereksinmelerini, kitaplardan veya belli eğitim kurumlarından değil, saz ve söz birlikteliğinin ön planda olduğu bilgili büyükler ve Dedeler’den sağlamaktadırlar. Bu şekilde cem ibadeti adeta çok yönlü bir toplu eğitimin mekanizması görevi görmektedir. Yıllık görgüden geçen talipler, aynı zamanda daha önce yaptığı hatayı bir daha tekrarlamamak üzere yemin ederler. Görgüden geçtikten sonra manen temizlenmiş olurlar. Ancak bundan sonra Cem’e katılanlar, görgü-sorgudan geçerek temizlenmiş olanların kurban lokmasını yiyebilirler.
Öz olarak CEM ibadetlerimiz aşağıda verdiğimiz sıraya göre yapılmaktadır:
1. Oniki Hizmet sahipleri Cem’de gerekli araç ve gereçleri tamamlarlar. Peyik Canları belirlenen gün ve yerde Ceme çağırır.
2. Cemaat, Cemevi’nde toplanır. Beraberinde getirdikleri lokmaları ile dara durup Rehber den dua alırlar.
3. Dede, usulünce Cemevi’ne girip, cemaatten cemi yönetmek için isin/destur alıp, postuna oturur.
4. Dede, canlara eğitici bir konuşmalar yapar.
5. Zâkirler, sazla deyiş çalıp söyler.
6. Süpürge(car) çalınır, hizmet duası verilir.
7. Post(seccade) serilir, hizmet sahibi 4 köşesi ve ortasına (5’ler) niyaz eder, hizmet duası verilir.
8. Dargınlar barıştırılır, sorunlar çözümlenir, görgü yapılıp, canlardan rızalık alınır, ortak cem duası verilir.
9. Oniki Hizmet sahipleri deyişle meydana çağrılır, halktan onay alınır, duaları verilir.
10. Çerağ(delil) duasını okuyup Çerağı (mum) uyandırılır. hizmet duasını alır.
11. Tezekâr(ibriktar) tarîkat abdesti aldırır. Bir bayan ve baydan oluşan hizmet sahipleri, önce bay bayanın eline su döker ve siler, ardından bayan baya ve ikisi sembolik olarak sırada oturan 12 kişinin eline birkaç damla su döküp havlu ile silerler. Dara durup pirden, hizmet dualarını alırlar.
12. Kurban ve lokmaların duaları verilir. Varsa kesilen kurban veya gelen lokmalardan tadımlık bir tepsiye konur, lokma ve kurban verenler meydana gelip, hizmet sahibi ile birlikte duasını alırlar. Hazırsa bu tadımlıklar dağıtılır destursuz yiyene burada ‘sembolik’ ceza kesilir.
13. Dede, yol-erkân konusunda canlara bilgi verir, varsa soruları cevaplar.
14. Gerekirse kısa bir dinlenme arası verilir.(Mola)
15. Cem mühürlenir(SECDE yapılır). Kimse içeri girip dışarı çıkmaz. Canlar birbirine (yanlarındakine) ardından Hak için meydana niyaz eder.
16. Üç Düvazimam okunur(SECDE yapılır).
17. Üç Tevhîd çekilir (hakkın BIRliğini içeren deyişler okunup söylenir.(SECDE yapılır).
18. Miraclama okunur, Kırklar Semahı yapılır. Cemdekiler miraçlama deyişte geçe olaylara konulara göre kalkıp oturma, selamlama vs. hareketleri yaparlar. Semaha kalkanlara (Pervane) hizmet duası verilir.
19. İstek semahları yapılır. (Bu bilimde isteyen canlar semah döner)20. Sakka suyu şerbet vs. içecek dağıtılır. Hizmet duası verilir.
21. Mersiyeler okunur. (Kerbala ve İmam Hüseyin’i konu alan deyiler okunur.
22. Lokma ve Kurban(Sofra) hizmeti sunulur. Lokmacılar lokmaları (yemekleri) dağıtır, (elimde yoktur terazi herkes odlumu hakkına razı diye 3 defa seslenir. Dede hizmet ve ve destur (yemek yiyebilirsini) duası okur.
23. Lokmalar yenilip sofra duası edildikten sonra Dede “Duran oturan…” duası verir. (Bu duadan sonra isteyen gidebilir, veya kalıp cem sonrasında muhabbet edebilir. Bundan sonra da şu hizmetler yerine getirilir: Süpürge çalınır, post kaldırılır, Oniki hizmet sahiplerinin duası verilir, çerağ dinlendirilir ve cem ibadeti sona erer.
Cem törenleri bugün, eskiden sahip olduğu işlevlere oranla daha dar işlevselliğe sahiptir. Yeni sosyo-ekonomik yapı içerisinde cemler özellikle inanç ahlak, işlevini sürdürmektedir. Özellikle halk mahkemesi denilen hukuksal boyutu artık sadece arabuluculuk barıştırma düzeyinde yürütülmekte, gerisi resmi adalet sistemine bırakılmıştır. Günümüzde Cemler kentlerde, ya müsait bir evde, ya bir salonda ya da Cemevlerinde yapılmaktadır.
Alevi-Bektaşilerde sosyal disipline aykırı davranışlar topluluk hukuku çerçevesinde çözümlenmekte ve bu da cem sırasında bütün cemaatin huzurunda onların da kararın oluşumuna katkıları ile olmaktadır. Kendilerinden şikayetçi olanları cem’de bulunan canlar haklı görürlerse, şikayet edilenler onları razı etmek zorundadırlar. Kimseyle küsülü, dargın ve kavgalı kalamazlar. Birine hakları geçtiyse, yada başkasının hakkı kendisinde kaldıysa hesaplaşır ve helallik alır. Barışmadıkça görgüleri yapılmaz. Eğer borçları varsa görgüden önce ödenir veya bir çözüme kavuşturulur. Düşkünler yani “haksız yere keyfi olarak eşini boşayan, haram kazanç sağlayan, yalancı şahitlik yapan, nefsine hakim olmayan, hırsızlık yapan, adam öldüren, insanlara zarar veren, komşusunu inciten, işçi ve yetim hakkı yiyenler vs.” Cem’e alınmazlar. Böylece Cem’e katılanlar zararlı insanlardan, yaramazlardan arınmış olur. Bir Alevi için en büyük ceza Cem’e alınmamaktır, toplumdan tamamen dışlamaktır. Bu ceza (ömür boyu düşkünlük) insan tanrısal sayıldığı için, kasten insan öldürene verilir. Yukarıda sayılan dişer suçları işleyenlerin Cem’e alınabilmeleri ve yeniden toplum tarafından kabulü ancak bu suçlardan toplum huzurunda beraatları ile olanaklıdır. Zamanla düşkünlük kurumu eski etkisini yitirse de sembolikte olsa sosyal ve etik kişisel/selv kontrol olarak etkisini sürdürmektedir
cenazehizmeti
Alevilikte ölmek, “Hakka yürümek” deyimi ile ifade edilmektedir. Öldükten sonra öncelikle cenaze usulünce yıkanır ve kefenlenir. Cenaze merasiminde cemaate sorularak Hakka yürüyen kişi için razılık alınır. Cenaze merasimini yürüten Dede Cemaate haklarını helal edip etmediklerini sorar. Olumlu yanıt aldıktan sonra dua eder ve ayakta (secdesiz) kılınacak olan ‘namaza’ başlar. Hz. Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’e salevat vererek dört tekbirli cenaze namazını kıldırır. Ardından cenazenin mezara konulması işlemi gerçekleştirilir. Daha sonra halk mezar başından ayrılırken Dede bir dua daha eder.
Ölüm gününden sonra üçüncü ve kırkıncı günler yemek verilir, dua edilir, düvaz ı-imam deyişler okunur. Kırkında yapılan törene Dar’dan İndirme (kırkını yapma) denir, Cem yapılır, mersiyeler okunur, ölen kişinin ruhu için dua edilir. Cem’e katılanlardan helallik istenir, borçları veya alacakları varsa ödenir. Cem’in sonunda Dede, Hakka yürüyen kişinin ruhunun şad olması, kesilen kurbanın ve okunan duaların kabul olması için dua eder. Yemekler yendikten sonra Dede sofra duası verir: “Bismi Şah, Allah Allah!...
Nimet-i Celilullah, berekat-i Halil-ullah, şefaat Ya Resulullah. Bu gitti ganisi gele, Hak-Muhammed-Ali berekatını vere. Yiyene helal, yedirene delil ola. Kurban sahibinin kurbanı kabul ola. Hizmet sahiplerinin hizmetleri İmam Hüseyin Dergahında makbul ola. Hakka yürüyen canımız ....’ın ruh-u revanı şad ola. Yattığı yer nur, mekanı cennet ola. Bakide kalan yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eyleye. Allah erenler cemi cümle ümmet-i Muhammed’i saklaya, bekleye. Ağrı, acı, elem, keder vermeye. diye Dedenin duasından sonra bu şekilde Dar’dan İndirme ve Cenaze hizmeti biter.
Doğum ve adverme
Geleneksel Alevi toplumunda çocuğa ad verme belli bir törenle yapılmaktadır. Çocuğa verilecek isim ailenin hala yaşayan veya vefat etmiş bir büyüğünü, ya da Alevilerin kutsal bildiği bir inanç önderinin (Mehmet, Ali, Hasan, Hüseyin, Hatice, Fatıma, Zeynep vb.) ayrıca Sevgi Barış, Özgür, Eylem benzer veya çağdaş ilerici insanların isimlerini vermek bir gelenektir.. İsim verileceği gün ailenin en yakınları çağırılır. Dede ve yaşlı biri çocuğun adını koyar, çocuğun sağ kulağına adı hafifçe üç kez söylenir ve dua eder. Duada çocuğun akıllı, ahlaklı, bilgili, sağlıklı ve ailesine, milletine ve insanlığa yararlı hizmetlerde bulunması yönünde dilekler yer alır. Sonra yemekler yenir ve sofra duasıyla isim koyma töreni sona erer.
Sünnet ve Kirvelik Geleneği
Kirvelik uygulaması özetle şu şekildedir: Yahudilik ve İslam’da olan ergenlik çağı öncesi erkek çocukları sünnet ettirme geleneği Alevilikte de vardır ve kirvelik geleneği ile bağlıdır. Bazı Arap ve Afrika ülkelerinde uygulanan kızların sünnet edilmesi Anadolu’da ve Alevilikte bilinmeyen ve uygulanmayan bir gelenektir. Çocuğunu sünnet ettirecek bir aile, yakın akraba olmayan, sevdikleri bir kişiyi kirve olarak belirlerler. Kirve belirlendikten sonra sünnet için bir tarih belirlenir, özel eğitilmiş sünnetçi veya hastanede doktor tarafından sünnet yapılır. Kirve sünnet anında çocuğun yanında bulunur, Ardından kirvenin ve davetli misafirlerin katılımıyla sünnet düğünü gerçekleştirilir. Kirvelik, akrabalıktan da yakın bir bağla bağlanmaktır. Kirve iki aile arasında musahiplikte olduğu gibi evlenmek yasaktır. Kirve sünnet töreninin en önemli kişisidir. Varlık durumuna göre sünnet düğününün giderlerinin ya tamamını ya da bir bölümünü karşılar. Düğünün yapılmasıyla doğrudan ilgilenir. Kirve’ye asla saygısızlık yapılmaz. Birbirine kirve olan aileler karşılıklı olarak oğlan kız tüm çocuklarının 2. anne babaları konumundadır. Herhangi bir derdini anne babasına anlatamayan çocuk bunu kirvesine anlatabilir.
Kirvelik ilişkisi sünnetin yanı sıra başka amaçlarla da yapılmaktadır. Kişiler, aileler ve aşiretler arasındaki problemleri çözmek için de kirvelik ilişkisi kurulur. Kirvelik bu anlamda musahiplik gibi toplum içinde sosyal dayanışmayı yücelten bağlayıcı bir içeriğe sahiptir. Bu kuruma duyulan saygıdan dolayı en kötü anlaşmazlıklar bile tatlıya bağlanır.
ehl-ibeytve12imamsevgisi
Alevi-Bektaşilerde Ehl-i Beyt sevgisi önemli bir yer tutar, deyiş ve toplantılarda dile getirilir. Ehl-i Beyt terimi, ev halkı anlamına gelmekte olup, Hz. Muhammed tarafından, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve oğulları Hasan ile Hüseyin’i nitelendirmek üzere kullanılmıştır. Zaman içerisinde ailesinin yanısıra ve soyunu da kapsayan geniş bir anlam kazanmıştır. Hz. Muhammed’in ailesi ve soyu Şura Suresi’nin yirmi üçüncü ayetinde Peygambere hitaben “Sevgili Resulüm Muhammed buyur ki: Ben bu tebliğime karşılık olarak Ehl-i Beyt’ime sevgiden başka bir ücret istemiyorum...” ifadesi yer almaktadır. Ehl-i Beyt, Peygamberin en yakınları ve soyunun devamcıları olmaları bakımından önem taşımaktadırlar. Peygamber’in de Ehl-i Beyt’in üstünlüklerini vurgulayan pek çok hadisi bulunmaktadır. Ehl-i Beyt yani Peygamber soyu Hz. Hasan’dan gelenler “şerif”, ve Hz. Hüseyin’den gelenler “seyyid” olarak devam etmiştir.
Oniki İmam Sevgisi
Kendisine uyulan kişi, önder anlamına gelen imam geniş anlamıyla din işlerinde toplumun uyduğu kimsedir. Alevi-Bektaşiler, Hz. Muhammed’in Veda Haccından dönerken Gadir Hum denilen yerde, Hz. Ali’yi, Allah’ın emriyle müminlere imam ve halife olarak seçtiğine ve onun, Oniki imam geleceğine ve son imamın da Mehdi olacağına ilişkin hadisleri olduğuna inanırlar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın Hz. Hüseyinin soyundan gelen Oniki İmamlar, Peygamber soyundan gelmek nedeniyle de “seyyid” olarak kabul edilirler. Alevi inancında Oniki imamlar üstün ve kutsal niteliklere sahip insanlardır. Onun görevi insanlara örnek olmak, doğruluk ve güzel ahlak simgesi olmaktır. Alevi-Bektaşi inancında Oniki İmam’a bağlılık, değişmez bir itikad olarak günümüze ulaşmış, edebiyatta yoğun bir şekilde işlenmiştir. 12 imamların hepsi sosyal ve dini sebeplerden dolayı hakim din ve sınıf otoritesi tarafından katledilmiştir.
Oniki İmamların anıldığı kutsal deyişler “düvazde imam” veya halk dilinde kısaca düvazimam olarak adlandırılmaktadır. Cemlerde saz eşliğinde düvazimam söylenirken saygıyla dinlenir ve imamların ve ulu halk aşıklarının adı geçtiğinde, sağ el kalbe, dudağa ve bele götürülerek özümden, sözüne bağlıyım anlamında (el, dil, bel) niyaz edilir. Oniki İmamların adları sırasıyla şu şekildedir:
1-İmam Ali (599-6819
2-İmam Hasan (624-670)
3-İmam Hüseyin (625-680)
4-İmam Zeynel Abidin (658-713)
5-İmam Muhammed Bakır (676-733)
6-İmam Cafer-i Sadık (699-766)
7-İmam Musa Kazım (745-799)
8-İmam Ali Rıza (765-818)
9-İmam Muhammed Taki (811-835)
10-İmam Ali Naki (829-868)
11-İmam Hasan Askeri (846-874)
12-İmam Muhammed Mehdi (869- )
evlilikvekizisteme
Evlilik, kız isteme, söz kesme, Nişan, Nikah ve Düğün
Kız İsteme ve Söz Kesme:
Alevi-Bektaşilerde kız ve erkek çocuklar eşit olarak görülmekte ve aile içerisinde kendine güvenen, terbiyeli, özgür bireyler olarak yetişmektedirler. Bu nedenle evlenecek eşlerin seçiminde hem kız hem de erkeğin razılığı olması şarttır. Alevi-Bektaşilerde erkeğin veya kızın razı olmadığı zorla evlendirmeler olumlu görülmemektedir. Gençler evlenmeden önce birbirlerini tanımakta ve evliliğe anne-babalarının da görüşünü alarak özgür iradeleriyle karar vermektedirler. İki genç evlenmeye karar verdikten sonra sıra kız istemeye gelmiştir. Anne babası ve ailenin yaşlı bir büyüğü ile kızın evi ziyaret edilerek “Allah’ın emri ve Peygamber’in kavli yol erkanımız ve İmam Cafer Buyruğu üzere” ile kız istenir. Kızın ailesi de evliliğe onay verdikten sonra iki tarafın yakınlarının da katıldığı bir törenle, “söz kesme” işi yapılır.
Nişan, Nikah Töreni ve Düğün:
Kız istenip söz kesildikten sonra Nişan ya kız evinde veya bir salonda yapılır. Nişan’dan sonra düğün öncesi Nikah kıyılır ve Düğün hazırlıklarına başlanır. Düğünden önce yine kız evinde Kına Gecesi düzenlenir.
Daha sonra resmi nikah ve dini nikah kıyılır. TC yasaları uyarınca dini görevlilere yasal geçerliliği olan nikah kıyma yetkisi verilmemiştir (dini nikah geçerli sayılmaz) Bu nedenle, dini nikah öncesi resmi nikah mutlaka kıyılmak zorundadır. Resmi nikahla yasal koşullar yerine gelmiş olur ve evlilik resmen yürürlüğe girer. Geleneksel dini nikahı Dede veya yaşlı, saygıdeğer bir aile büyüğü kıyar. Nikah törenini sade veya davetli misafirlerin katıldığı bir törenle yapılabilir. Nikahı kıyacak olan genellikle Dede, evlenecek gençlerin, anne, babalarının, kız ve erkek vekillerinin adlarını bir kağıda yazar. Sonra ilk olarak evlilik kurumunun sosyal önemini, kişisel sorumluluklarını belirten ve öğütler de içeren kısa bir konuşma yapar. Ardından Dede bir gülbank okur ve Nikahın kıyılmasına geçer. Önce kıza sorar: “Kızım, Allah’ın emri Peygamber’in kavli, İmam Cafer-i Sadık Buyruğu üzere ve burada bulunan canlarımızın tanıklığı ile ...... oğlu ve ..........den olma ......’yı eş olarak kabul ediyor musun?” Kız bu soruya evet yanıtı verirse, soru üç defa yinelenir. Her evet yanıtından sonra Dede, vekilleri ve orada bulunan herkesi tanık göstererek, “Canlar, duydunuz tanıksınız.” der. Bundan sonra aynı soruyu Dede oğlana sorar: “Oğlum, Allah’ın emri Peygamber’in kavli, İmam Cafer-i Sadık Buyruğu üzere ve burada bulunan canlarımızın tanıklığı ile ...... kızı ve ..........den olma ......’yı eş olarak kabul ediyor musun? Oğlan bu soruya evet yanıtı verirse, soru üç defa yinelenir. Her evet yanıtından sonra Dede, vekilleri ve orada bulunan herkesi tanık göstererek, “Canlar, duydunuz tanıksınız.” der.
Böylece kızın, oğlanın ve vekillerle, katılanların şahitliği ve onayı ile Dede nikahın tamamlandığını açıklar: “Tanıkların ve konukların huzurunda, kendi razılığınız ile Allah’ın emri, Peygamber’in kavli, İmam Cafer-i Sadık Buyruğu üzere sizi birbirinize eş olarak açıklıyorum. Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Hacı Bektaş veli, gökteki melekler, gerçek erenler ve burada bulunan tüm canlar evlilik için verdiğiniz söze tanık olsun. Kıyılan bu nikah, her iki taraf için hayırlı, uğurlu olsun. Yüce Tanrı sizleri mutlu eylesin, darda bırakmasın...” der. Nikah bu şekilde kıyıldıktan sonra Dede evlenen çift ve oradakiler için şöyle dua eder: “Saygıdeğer Canlar! Birbirlerini eş olarak seçmiş bu canlarımızın mutluluğu için, öz gönül birliği ile dua edelim. Diyelim bir Allah, Allah...
Allah, Allah...Allah-Muhammed-Ali, Pirimiz Hünkar Hacı Bektaş Veli, erenler meydanında, Muhammed-Ali yolunda, siz değerli canlarımızın huzurunda kıydığımız bu nikahı kutlu eylesin. Nikahı kıyılan bu canlarımızın ömürlerine bereket, vücutlarına sağlık, rızıklarına genişlik versin. Dünya ve ahirette mutlu olsunlar. Varlıkta, yoklukta; hastalıkta, sağlıkta; tasada ve kıvançta birbirlerini en içten sevgiyle destekleme gücü versin. Yuvaları mutlu, ağızları tatlı olsun. İmam Hüseyin katarından, didarından, yolundan ayırmasın. Aralarındaki sevgi, Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasındaki sevgi olsun. Soylarından gelecek çocukları kendilerine, Alevi-Bektaşi toplumuna ve bütün insanlığa hizmet etsin, hayırlı-uğurlu olsunlar.
Üçler, Beşler, Yediler, Oniki İmamlar, gerçek erenler her zaman yardımcıları olsun. Bozatlı Hızır yoldaşları olsun. Görünür, görünmez kazalardan, belalardan saklasın, beklesin. Ulu Tanrı gönüldeki dileklerini versin. Eşimizin, dostumuzun, içinde de bu canlarımızın ağız tadlarını bozmasın. Burada, bu mutlu günde bulunan siz canlarımızı da her iki cihanda mutlu eylesin. Hazreti Pir, Ulu divanda utandırmasın. Dualarımızı da kabul eylesin.
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz Hünkar Bektaş Veli, Kerem-i Evliya, gerçekler demine hü mümine Ya Ali...” Dede’nin okuduğu bu duadan sonra nikahı kıyılan çift, önce Dede’nin ardından anne ve babalarının ve daha sonra da orada bulunanlarla görüşürler. Daha sonra Dede, Nikah için hazırlanmış şerbetten bir bardağa doldurarak yarısını kıza yarısını da erkeğe içirir. Orada bulunanlara da şerbet dağıtılır, lokmalar yenilir. Böylece dini Nikah töreni bu şekilde sona ermiş olur. Alevi geleneğinde düğünlerde dini içerik bulunmaz, misafirler yemek yer, içip, dans edip eğlenilir.
gülbang,tercümanvedualar
Alevi-Bektaşi Yolu, mistik yönü ağırlıklı bir inanç yoludur. Alevilik’te dua sözcüğü ile eş anlamlı olarak “gülbank” ve “tercüman” sözcükleri de kullanılmaktadır. Değişik zamanlarda değişik amaçlarla yapılmaktadır. Özellikle Cem ibadeti sırasında Dede sık sık dua eder. İbadet ederken, bayramlarda, mutlu zamanlarda ve üzüntülü anlarda ‘gülbank” ve “tercüman’’ okunarak dua edilir. Alevilikte tüm dualar halkın anladığı anadilde yapılır. Ocak, dede ve bölgelere göre bu dualarda bazı değişiklikler olabilir.. Bu dualar kaynağını ilahi bir kitaptan almaz, Mürşit ve Pirler tarafından hazırlanır bazı duaların yüzlerce yıllık geçmişi vardır. Bölgeden bölgeye doğal olarak dualarda değişiklikler olsa da, genelde tüm Alevi duaları Bismişah la başlar ve hz. Ali ve Bektaşi Veli atıf sözler ile biter.. Bu dualardan bazıları şu şekildedir:
Sofraya Otururken Okunan Gülbang
“Bism-i Şah... Evvel Allah diyelim, kadim Allah diyelim...Geldi Ali sofrası Ya Şah diyelim. Şah versin biz yiyelim. Demine Hü diyelim....”
Sofradan Kalkarken Okunan Gülbang
“Bism-i Şah... Allah Allah. Bu gitti ganisi gele, Hak Muhammed Ali berekatını vere. Yiyip yedirenlere, pişirip getirenlere (kaldırıp götürenlere, nur-i iman ve aşk-u şevk ola. Gittiği yerler gam ve gusse görmeye. Hizmet sahipleri hizmetlerinden şefaat bula. Lokma hakkına, Evliya keremine, cömertler cemine, gerçek erenler demine, Allah eyvallah Hü dost...”
Dede’nin topluluğa hitaben yaptığı Gülbang
Bismişah.. Allah, Allah... HAK-Muhammed-Ali... Pirimiz, üstadımız Hünkar Hacı Bektaş Veli. Saklaya, bekleye, göre, gözete; neyleyim, nideyim dedirtmeye...Hastalara şifalar, dertlilere devalar, evlat isteyene hayırlı evlatlar, dövlet isteyene hayırlı devletler ihsan ederek; deryada denizde, top-tüfek ağzında, sahrada-çölde-girdapta kalıp da, “Ya Ali, carımıza yetiş!” diyenin carına imdadına yetişesin; darda buğda koymayasın...Cemi cümle Ümmet-i Muhammed ile, eşimizin, dostumuzun, talibimizin, muhibbimizin ağız tatlarını bozmaya; elem, keder vermeyerek, daim bu günlere çıkmamızı nasip ve mukadder eyleyesin!
Ya Rabb-e-Alemin! Envar-ı aşıkan, nusret-i piran, mürşid-i sofiyan, kutb-ül arifin, Hazret-i Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ve kaşif-ül-keramat-ı zahir ve batın Es-Sultan Seyyid Hıdır Abdal bin-i Karaca Ahmed Sultan Hazretlerinin hürmetlerine, hayırlı huzur ve refahlar ihsan eyleyesin! Ordularımızı karada, denizde, havada mansur ve muzaffer eyleyesin. Devletimizin sözünü üstün, kılıcını keskin eyleyesin!Ali’nin inayetinden, Muhammed’in şefaatinden mahrum koymayarak; alimlerin, abidlerin, pirlerin şefaatiyle yarlıgayasın!...
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, gerçekler demine Hü...”
Muharrem Orucu İçin Gülbang
Bism-i Şah... Allah Allah... Er Hak-Muhammed-Ali aşkına, İmam Hüseyin Efendimizin susuzluk orucu niyetine Kerbela’da şehid olanların temiz ruhlarına, Fatıma Anamızın şefaatına, Oniki İmamlar aşkına oruç tutmaya niyet eyledim. Ulu Dergah kabul eylesin...”
Oniki Hizmet Sahiplerine Gülbang
Bism-i Şah... Allah...Allah... Akşamlar hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola. Hizmetleriniz kabul ola. Dileklerinizi Hak-Muhammed-Ali vere. Emekleriniz boşa gitmeye. Erenlerin aydın yüzlerine aşk ola. Onsekiz bin alemle birlikte cümle mümin kardeşlerimizi Hak-Muhammed-Ali yolundan mahrum eylemeye. Sizler bize hizmet ediyorsunuz, gerçek erenler de sizleri kazadan, beladan, kötülüklerden koruya. Hizmetini gördüğünüz pirlerin himmetleri üzerinizde hazır ve nazır ola. Hz. Hüseyin yardımcınız, Bozatlı Hızır yoldaşınız ola. Saklaya, bekleye, göre, gözete. Geldiğiniz yerden, durduğunuz dardan iyilikler göresiniz. Dil bizden, nefes Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’den ola. Gerçeğe Hü...”
kırklarcemi
Kırklar Cemi inanışı
Kırklar Meclisi ve Cemi, Aleviliğin temel ibadeti olan Cem ibadetinin başladığı ve Hz. Muhammed ile Hz. Ali döneminde olduğuna inanılan menkıbevi (Aleviler için derin sembolik anlamları olan) bir ritüelin adıdır. Sünni İslam anlayışı bu inanışı kabul etmemektedir. Alevi kaynaklarında bu olay Mirac Gecesi meydana gelmiştir. Kırk kişinin katıldığına inanılan bu meclisteki ibadette yaklaşık yarı yarıya kadın erkek bulunmuştur. Aleviler Kırklar ve 40lar meclisinin inanç ve sosyolojik boyutlu bir ulular topluluğu meclisi olduğuna inanır.
Bugün Hz. Muhammed, aralarında Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın da bulunduğu Kırklar’ın Cemi’ne yani gizli toplantısına gitmiştir. Kırklar Cemi mıtolojisi özet olarak şöyledir. Muhammed Miraca (tanrı ile görüşmeye) çıkarken önüne bir Aslan çıkar, yola devam etmek için Muhammed peygamberli matemini (yüzük/mührünü) bu aslana vermek zorunda kalır. Tanrı katına varan Muhammed, tanrının ses ve cemalini (ışık) Alinin ses ve sıfatına benzetir, bir süre muhabbet ederler. Muhammed dünyaya döndüğünde akşam evine giderken, içinde damadı Ali ve kızı Fatma’nında olduğu bir meclisten ‘Kırklar toplantısından’ sesler duyar. Bu meclise dahil olmak girmek ister. Kapıyı çalıp ilk önce kendini Peygamber olarak tanıtır, bize peygamber yaramaz/ihtiyacımız yok diye içeri alınmaz. Şakın bir şekilde yoluna devam eden Muhammed’e melekler o ulu meclise dahil olmasını tavsiye eder. Geri dönüp kendini soy ve sosyal statüsü ile tanıtır, bize soy sop gerekmez diye, yine içeri alınmaz. Ne zamanki meleklerinde tavsiyesi ile, sıradan bir insan olarak, ‘hâdimül-fukârayım’ fakirlerin hizmetçisiyim (hademesiyim) dediğinde içeriye kabul edilir.
Bu nedenle Alevlikte hizmet deyimi, ‘halka hizmet hakka hizmet’ çok önemli yer tutar, örneğin cemde yapılan görevlere 12 hizmet denilir, ve hizmet duası okunur. Önce orada gördüklerinden çekinmiş, Cem’inin gerçek olup olmadığından kuşkulanmış, onlara kim olduklarını büyüğünüz (lideriniz) kim diye sormuş. Biz Kırklarız birimizde kırkımızda büyüğümüzde küçüğümüzde birdir (candır) cevabını almış. Kırklar kendilerinin hak olduklarını kanıtlamak için içlerinden birinin kolu kesilince kırkının da bileklerinden kan aktığını, birinin kolu sarılınca hepsinden akan kanın durduğunu görerek onların Cem’lerinin gerçekliğine inanmıştır. Ayrıca Miraca çıkarken Aslanın ağzına verdiği matemi/yüzüğü orada Hz. Alide görmüştür. Kırklar Muhammed ten, Hadümül-fukara marifetini/hizmetini görelim, Salman’ın getirdiği engür/üzüm tanesini Kırklara paylatır demiş. Muhammed üzüm tanesini eli ile ezip kırklara sunmuştur, Kırklar’ın her biri onun suyundan içmiş, Hz. Muhammed’le birlikte hepsi de esrik (seri hoş) olmuş, işte o zaman vecde (coşkuya) gelerek kalkıp semah eylemişler. Semah ederken sarığı çözülmüş, Kırklar onun sarığını alarak kırk parçaya bölmüşler ve bellerine sarmışlar. O gece Cem ibadeti böyle olmuş ve işte Alevi-Bektaşilerin temel ibadeti olan Cem ritüelinin temeli bu şekilde atılmıştır. Kırklar meclisi ve cem de birçok inançsal sembolik yanlar eylemler vardır. (Ayrıntılı bilgi için cem bölümüne bakınız.) Ne kadar, geleneksel olarak Cemin kaynağı, bu kırklar cemi mitolojik anlatıma dayandırılsa da, birçok araştırma, Cemin kaynağının İslam öncesi ve sonrası, örneğin eski Türk inancı Şamanizm de, Şaman, yönetiminde, kadın erkeğin katıldığı, sazlı sözlü, yemek içki danslı ayinler görülmektedir. Cem kelimesi Arapça’da toplama biriktirme topluluk anlamına gelirken, Farsça’da birlik bileşmek anlamlarına geliyor. Aynı zamanda cem sözcüğü ve Cem eski İran söylencelerinde içkiyi (şarabı) bulan içkili toplantılar düzenleyen şarap anlamına gelen şahın (padişahın) adıdır. Söylenceye göre gökten inen bulutlu bir ışığın içinden, yanında üzüm ağacı olan güzel bir kız iner, bunu gören bir çoban ona aşık olur, kız bir üzüm tanesini ezip suyunu çobana içirir. Esir olan çobanın gözü gönlü açılır, ikisi mutlu olurlar. Bu olayı tören haline getiren kişi Cem adında ki şah/hükümdarmış. Sonraları bu olaya ve Cem adlı o padişaha saygı göstermek için, belirli aylarda içkili çalgılı ayi-i cem denen törenleri düzenlenmiş. Gökten inan bu ışınlı buluta da Cemşid (cem–ışık) Cemin ışığı denmiş. Alevilikte CEM âyin-i, bunlar gibi birçok (eski Türk, İran Anadolu, Sümer, Arap gibi) inanç ve kültürün kaynaşmasının bir sonucudur. Cem Alevi inancının en önemli inançsal ritueli (ibadetidir), Cemsiz Alevi-Bektaşilik düşünülemez.
Hacıbektaşveli ve Felsefesi
Hacı Bektaş Veli’nin doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1271 yılında Sulucakarahöyük yani bugünkü Hacıbektaş İlçesinde Hakka yürüdüğü bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli, bazı kaynaklara göre Ahmet Yesevi’ye dayandırılan ve Türkistan ve çevresinde yaygın olan Yesevilik tarikatına mensup Lokman-i Perende’nin öğrencisi bir dervişi olarak gösterilse de, tarihi olarak onun öğrencisi olması mümkün değildir. Hünkar ve yoldaşlarının, Moğol kuşatmasından önce 12 yaslarında Horasanda ayrılıp, Hasan Sabbah’ın Alamut Nizari devleti kalelerine sığınıp orada eğitim alıp, bir Batıni Dai’si olarak yetiştiği, ve oradan Amasya’ya gelerek Baba İlyas ve Baba İshak’ın yönettiği Babai Halk hareketinde yer aldığı tarihi verilerce kanıtlanmıştır. Tarihin derinliklerindeki birçok inanç ve kültürü içinde barındıran Alamut okulu, batini düşünceler ve bölgedeki halk kültür ve inançlarının ön planda olduğu bir tarikat yapılanması olarak gelişmiştir. Bu inanç yapılanmasında kadın-erkek ibadet, müzik ve sema vardır. Bu inanç ekolu Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Karaca Ahmet gibi erenlerce Anadolu’ya taşınmıştır. Onun felsefesinin temeli halk kültürü ve inançlarına dayanan evrensel öğeler içeren hümanist bir düşünce sistemidir. Onun bu hümanist anlayışı çerçevesindedir ki, yaşadığı çağda Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik gibi pek çok oluşumu bünyesinde eritmiştir.
Hacı Bektaş Veli’nin felsefesi halk dil ve kültür temeli üzerinde kurulup gelişmiştir. Zamanında okumuş kesimlerde ve devlette resmi hakim dil olan Arapça ve Farsça hakimiyetine karşı, Hacı Bektaş Veli ve onun çevresindeki erenler halkın ana-dilini kullanmayı, bu dille onlara seslenmeyi ve şiirlerini bu dilde yazmayı tercih etmişlerdir. Onun dil konusundaki hassasiyetini, onun ekolünde yetişmiş Yunus Emre’nin ve diğer halk ozanlarının şiirlerinde görmek mümkündür. Çağımızın ulu Alevi ozanlarındanAşık Mahzuni Şerif İslam’da Arapça dayatmasını eletirmiş ve bir şiirinde : Allah Türkçe bilmiyor mu? İngilizce Fransızca size hitap kılmıyor mu?? Diye sorgulamaktadır. Alevilikte cem ve diğer tüm ibadetler halkın anadilinde yapılır.
Bu felsefede dürüstlük esastı. Bu ilkeye karşı gelenlere çeşitli yaptırımlar uygulanır ve toplumun dışına itilirlerdi. Sosyal adalet ve barış Hacı Bektaş felsefesinde bu şekilde korunuyordu.
Onun felsefesinin en önemli yanı, insan sevgisine dayalı olmasıdır. Şöyle ki dil, din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin bütün insanların eşit olarak sevilmesini esas alır. Bu konuda Hacı Bektaş Veli’nin şu sözü çok tanınmıştır: “Dili, dini, ırkı ne olursa olsun, iyiler iyidir.”
Hacı Bektaş Veli’nin felsefesi Kadın erkek eşitliğine dayanır. Kadınlara büyük saygı gösterilir. İbadete ve başka her törene (cem semah vs.) kadınla gidilir. Kadın sosyal hayattan dışlanmaz onun içindedir. Haklı bir sebep (aldatma, hırsızlıkla geçim sağlama, şiddet kullanma) olmadıkça boşanma yasaklanmıştır. Miras hakkından kadın da erkek gibi eşit olarak yararlanır.
Hacı Bektaş Veli’nin felsefesinde tasavvufi öğeler vardır. Tasavvufta amaç Tanrı’nın sırrına erişmek ve onunla bir olmaktır. Bu amaca erişmenin yolu ise Tanrısal aşktır. Aşık, her şeyde Tanrı’nın güzelliğini görür. İnsan bu güzelliğin bir parçasıdır. Tanrı, insanı yaratırken kendi nurunu ve güzelliğini (cemalini) ona vermiştir. Hacı Bektaş Veli’nin felsefesi bilim ve sevgi, saygı üzerine kuruludur ve Alevi Bektaşiliğin temel etik kuralları, Hünkar Bektaş Velinin 40 kapı 40 makam öğretisinde toplanmıştır.
Bektaş isminin 5 taştan geldiğine veya ilgisi olduğuna inanılır. Çoban olarak baktığı hayvanları kendisinin yemediğini kadı karşısında ispat etmesi için şahit istenir. Hacı Bektaş Veli, gökte hava güneş, yerde su toprak tüm canlı mahlukat şahidim der. O an yer gök sallanır, mahkeme heyeti kaçmaya başlar bunun üzerine, Hünkar hava, ateş, su toprak ve canlıları temsilen 5 taş gelsin yeter der ve 5 taş yuvarlanıp keşif yapılan yere gelir. Bu 5 taş bugün Hacıbektaş kasabasında Alevi toplumunun önemli ziyaret yerlerinden biridir. Aleviler için Hünkar Bektaş Serçeşme suyun başıdır, Anadolu’da bu yol ve inancın temeli Onun tarafından atılmış ve onun yolundan giden ulularca bir çok kültür bir kazanda kaynatılmıştır. HBV inatça soy geleneğini kaldırmış; Soyumdan değil yolumdan gelen bu yolun yolcusudur demiştir. İbadetinizi dizinizle değil özünüzle yapın. Kadınlara her alanda, cem yürütme dahil örnek Kadıncık Ana eşitlik getirmiştir. Kadınları okutunuz demiştir. Kadınlar konusunda bir deyişinde şöyle buyurmuştur:
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakkın yaratığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok
Eksiklik, noksanlık senin görüşlerinde
HVB kökten bir reform getirerek İslam şeriat kurallarını kaldırmış, bilim, insan sevgisi, akıl mantık, saygı, hak ve eşitli ilkelerini inanca esas olarak almıştır. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Okunacak en büyük kitap insandır. İnanç ve ibadette anadili kullanmak esas almış, sosyal, adalet, ve inançsal olarak ‘Cem kurumunu’ oluturulmuştur.
Musahiplik kurumu ve cemi
Musahiplik Kurumu ve cemi
Musahiplik Kurumu ve cemi
Alevilik’te 2 evli çiftin, (bazı bölgelerde ergenlik çağında 2 gencin) cemde pir ve toplum önünde, söz verip yol kardeşi olmalarına musahiplik denir. “Musahiplik Kurumu” Aleviliğin temel kurumlarındandır. Ayrıca Anadolu’nun değişik bölgelerindeki Alevi gruplarda musahipliğe ilişkin ritüellerde de bazı farklı uygulamaların olduğu da söylenebilir. Arapça kökenli musahip sözcüğü “biriyle sohbette bulunan, konuşan, paylaşan muhabbet eden” anlamına gelir. Musahiplik, kan bağı haricinde sonradan kurulan bir akrabalık türüdür. Alevilik’te musahip olan kişiler kardeşten daha ileri sayılırlardı. Musahiplik ile eşanlamlı olarak “ahiret kardeşliği, yol kardeşliği, ikrar verme, kardeşlik tutma” deyimleri de kullanılır. Eskiden her Alevi’nin bir musahibi olması gerekir ve musahipsiz hiçbir merasime girilemezdi. Günümüzde musahiplik kurumunun zayıflamasına paralel olarak onunla bağlantılı bu uygulamalar da zayıflamıştır. Musahiplerin ikrar aldığı cemler, Dedelerin önemli işlevlerindendir ve toplumsal önemi büyüktür. Aleviliğin temel kurumlarından olması nedeniyle Buyruklarda musahiplik konusuna büyük yer ayrılmıştır.
Musahiplik kurumunun sosyal işlevi büyüktür. Musahipler bütün yaşamları boyunca karşılıklı yardımlaşmakla yükümlüdürler. Dinsel yolla gerçekleşen musahip kardeşlik, koşulları dikkate alındığında aile bağının sağladığı kardeşlikten daha ileri ve güçlü bir bağ kurmaktadır. Musahiplik, taraflara uyulması zorunlu ağır koşulları yüklemektedir.Musahip olabilme yaşı konusunda kesin bir sınırlama yoktur. Ergenlik çağına girmek, akıl-baliğ olmak yeterli sayılmaktadır. Tahtacılar’da musahip olacakların mutlaka evli olmaları gerekirken, bunun diğer Alevi gruplarında böyle olmadığı görülmektedir. Musahiplik kurumunun kökeni nereye dayanmaktadır. Bu kurumun kökenine ilişkin farklı yorumlar yapılmaktadır. Bilim çevreleri ve sözlü kültüre dayanan Aleviler farklı yaklaşımlar sergilemektedirler. Bilim çevrelerinde musahipliğin eski Türk topluluklarındaki geleneklerin devamı olduğu yönünde bilgiler verilmektedir. Ayrıca Ahilikle bağlantılı olduğu yönünde de görüşler vardır. Ahiliğin daha sonra Alevi-Bektaşi topluluklar bünyesinde erimesinin doğal bir sonucu olarak da bunu doğal karşılamak gerekir. Alevi “Buyruk”larının içinde yer alan fütüvvetnameler de Ahilikle Alevilik arasındaki bağı ortaya koymaktadırlar.
Aleviler arasındaki geleneksel inanışa göre ise musahip tutma geleneği Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin birbirleriyle musahip olmalarına dayanır. Alevilerin kutsal kitaplarından “Buyruk”larda da olay bu şekilde açıklanmaktadır. Anadolu’da kardeş çocukları arasında bile evlilik olanaklı olduğu halde, musahiplerin çocukları arasında evlenmenin yasak olması musahiplik bağının oldukça önemli olduğunu gösterir. Buyrukta da musahibin kızının musahibin oğluna düşmediği, yani evlenmenin olanaklı olmadığı belirtilir. Musahiplik denkler arasında yapılmalıdır. Ancak alan araştırmalarımızda gördüğümüz üzere bu kurumun yine sosyal yararlar gözetilerek ve sosyal dengeyi sağlamak amacıyla biri varlıklı, biri fakir veya ayrı meslekler den talip arasında gerçekleştirildiğine ilişkin de birçok bilgi edindik. Diğer önemli Alevi toplumsal kurumlarıyla ilgili olduğu gibi musahiplik kurumuyla ilgili de tanınmış Alevi ozanlarının birçok deyişi bulunmaktadır.
Bugün artık bu kişisel musahiplik kurumunun artık işlevinin zayıfladığı görülmektedir. Bunun yerine artık Alevi kurum ve dernek üyeleri arasında bir çeşit toplumsal musahiplik anlayışı yerleşmekte.
Musahiplik Cemi şu şekilde yapılmaktadır:
Birbirleriyle Musahip olmak isteyenlerin öncelikle anne ve babalarının da razılığını aldıktan sonra, Rehber’e başvurmaları gerekir. Rehber, bu kişileri komşularının ve cemaatin (köylünün) ayrı ayrı razılığını almaya gönderir. Herkesin razılığı alındıktan sonra belirlenen bir Perşembe akşamı Cem başlar. Başta Dede, onun yanında başka bir Dede ve onun alt yanında Rehber olmak üzere, Oniki hizmet sahipleri ve cemaat yerlerini alırlar. Daha sonra Rehber ayağa kalkar, belini bağlar, Dede’ye niyaz eder. Cem yapılan yere, oradaki topluma ve Cem ibadetinin kutsallığına dayanarak meydanda secdeye kapanır, avuç içleri yukarıya gelecek şekilde kendi elini öper. Sonra mürşide gider onun elini öper, mürebbinin elini öper, cemaate doğru “Cümlenizin niyazı” der, niyaz olur ve cemaatteki yerini alır. Mürşid, Cem’de bulunan bilgili ve yaşlı kişiler başta olmak üzere tüm cemaate bu kişilerin musahip olmalarına engel bir halleri olup olmadığını “Bir istekli var mıdır?” diye sorarak şöyle sürdürür:
“Ey müminler! ........ adlı can, ....... adlı can ile Muhammed-Ali kavlince musahip kavline girmek istiyorlar. Ali ve Muhammed’e ümmet ve kul ve onların yoluna girmek üzere istekliler. Siz bu kişileri tanıyor musunuz? Bunların ceddi ve silsilesi, Evlad-ı Resul’e biat edenlerden ve ikrar verenlerden midir? Allah için şehadet ediniz...” Cemaat şehadet ettikten sonra Dede: “Bu canlardan razı mısınız?” diye sorar. Cemaat de şehadetliklerini icra ve rızalık verdikten sonra Rehber, musahip olacakların boyunlarına tülbent takıp, diz üstü çökmelerini sağlar ve der ki: “Bakınız evlatlarım! Sizin süluk ve arzu ettiğiniz musahiplik kavli, büyük kapıdır. Bu musahiplik kavli önce Ali ile Muhammed’den kalmıştır. Bunun kadrini bilmeli. Şimdi, birbirinize candan bağlı mısınız? Birbirinizi seviyor musunuz? Bu ikrardan, bu imandan dönmeyesiniz. “Lahmike lahmi, demmike demmi, cismike cismi” (Senin kanın benim kanım. Senin cismin benim cismim... hadisi) kavline giriyorsunuz. Canı candan, kanı kandan, teni tenden, malı maldan ayırmayacaksınız. Ayıracak olursanız, lanet olsun mu? (Üç kez söyletecek): Hazret-i Ali’nin Zülfikarı’na uğraya mısınız? Yüzünüz kara olsun mu? (Bunu da üç kez söyletecek).” Musahipler “Eyvallah!” diye cevap verirler. Ondan sonra Oniki İmamların adlarını anıp: “ “...İkrarınız kadim ola, yüzünüz ak ola. İşiniz sağ ola. Muhammed-Ali yardımcınız, gözcünüz, bekçiniz ola. Bu ahidden bu peymandan (sözden) dönmeyesiniz. Birbirinize muhabbetiniz daim ola. Muhammed-Ali yoluna inancınız ziyade ola. Pirinizin, rehberinizin yoluna canınız feda ola. Mümin kardeşlerinize riayetiniz çok ola. Başınız devletli ola. Ağzınız tatlı kala. Haramdan, zinadan, yalandan, kinden, kibirden, kahkahadan beri olasınız. Sağlıklı, mutlu olasınız. Malınız arta, Hakka yaraya. Üçler, Beşler, Kırklar, Yediler, Erenler, evliyalar, aşıklar, sadıklar, ayıklar, uyanıklar, Nesimi, Hatayi Sultan, Kızıl Deli, pirim Hünkâr Hacı Bektaş Veli bu ahidde, bu demanda ber-karar eyleye. Gerçeğin demine hü mümine ya Ali...” İki can böylece musahip kardeşi olmuş olur. Musahiplere bütün görev ve yükümlülükleri telkin edildikten sonra Eline – Diline – Beline sahip olmaları ihtar edilir. Aksi taktirde o topluluk içerisinde yaşayamayacağı Bu kurallara uymanın bir sonucu olarak: Bir Alevi köyünde hırsızlık, zina işsizlik, haksızlık, saygısızlık ve benzeri toplumun suç saydığı kötü davranışlar en alt düzeydedir. Eğer olursa, çağırılıp, kendisinin cemaat huzurunda and içtiği yani ikrar verdiği anlatılır ve kendisinden “Fahr-i Alem’in, Şah-ı Velayet’in, bu yolun piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin razı ve hoşnut olmayacağı...” ona güzelce anlatılır, ıslaha sevk edilir. Musahiplik töreninde On iki hizmet yerini alır, sazlar, semahlar, irşadlar yapılır, lokmalar dağıtılır. Musahiplik Cemi bu şekildedir.
Kerbela
Kerbela katliyami (10 Ekim 680)
Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Emevi hükümdarı Muaviye nasıl iktidarına engel olarak Hz. Ali ve daha sonra Hz. Hasan’ı gördüyse, oğlu Yezid de Hz. Hüseyin’i iktidarı için en önemli engel olarak görmüştür. Sözde İslam’ın halifesi sıfatıyla İslam’ın peygamberinin torununu şehit etmekten çekinmemiştir. Kerbela Olayını ana hatlarıyla şu şekilde özetleyebiliriz.
Muaviye tarafından veliaht tayin edilen Yezid, babasının ölümünden sonra ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Hz. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bu davetin ve Kerbela olayının sosyal ekonomik boyutları da var, yoksul halk genel olarak Yezid’in yönetiminden memnun değil ve ona karşı bir ayaklanma içinde idiler .
Bunun üzerine Hz. Hüseyin amca oğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hz. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü. Yezit aynı zamanda Küfeye gönderdiği büyük bir orduyla halkı baskı altına alıp, Kerbela çölünde İmam Hüseyin ve yaklaşık 80 kişilik aile ve yandaşlarının yolunu kesip, kuşatma altına almıştır. Hüseyinde yezide biat etmesi (boyun eğmesi istemiş, Hüseyin bunu kabul etmemiş. Nihayet on günlük kuşatmanın ardından, yemek ve suyu kalmayan Hz. Hüseyin, 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek oklanarak Hz. Hüseyin şehid edildi.Sonra çadırlar yağma edildi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hasta olan küçük oğlu İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de, hasta olduğu için korunup katliamdan kurtarılı. Hz. Hüseyin ve 72 yandaşı şehit edildi. Hüseyi’nin kanlı kesip başı, gümüş bir tepsi içinde Şam’da Yezide sunuldu. Hüseyin, Alevi inanç ve direnişinin sembolü olarak cem ibadeti işinde de yerini aldı. Tarihte Alevilere Kızılbaş denilmesinin bir sebebi de İmam Hüzeyin’in ‘kanlı kesik başından’ dolayıdır.
Yüzyıllar sonra bile ozanlar, dedeler Kerbela olayını anlatan binlerce nefes söylediler. Kerbela Olayını anlatan kitaplar, Alevi Cemlerinde okunan mersiyeler ve Hz. Hüseyin için dökülen gözyaşı yüzyıllardır hiç eksik olmadı.Hz. Hüseyin Anadolu Alevilerinin direniş sembolü oldu ve Aleviler Muharrem ayında 12 gün oruç tutarak bu olayı ve imam Hüseyin’i inanç ve ibadetlerinin bir parçası haline getirdiler. Burada 7 ünlü Alevi ozanından biri olan Pir Sultan Abdal’dan bir örnek görelim:
Pir Sultan Abdal’ım ellerim bağlı
Yezidin elinden ciğerim dağlı
Muhammed torunu Ali’nin oğlu
Su içmeyip şehid olan Hüseyin
Kurban geleneği ve hıdrellez
Kurban Geleneği ve Hıdrellez
Hıdrellez:
Alevi-Bektaşilerin geleneksel bayramlarından biri de Hıdırellez Bayramı’dır. İnanışa göre Hızır ve İlyas Peygamberler sıkıntıda olan insnların imdatlarına yetişirler. Hızır Peygamber’in karada, İlyas Peygamber’in ise denizde yardıma muhtaç olanların imdatlarına yetiştikleri inanılmaktadır. Ayrıca Hızır ve İlyas yılda bir kez bir gül ağacının dibinde buluşurlarmış. Bunun 6 Mayıs’ta olduğu inancıyla bugün Hıdrellez Bayramı olarak kutlanmakta kırlarda eğlence vs. yapılmaktadır.
Kurban Geleneği
Kurban’ın dinsel ve sosyal anlamları bulunmaktadır. Bir istek ve arzunun yerine gelmesi/geldiği için genelde bir hayvan (koç) kurban kesilip canlarla, fakir fukara ile birlikte yenilir veya dağıtılır. Bunun için belirli bir gün veya tarih yoktur. Bu gelenek değişik zamanlarda yerine getirilebilmektedir. Günümüzde ilahi bir canlı bir hayvan kesmek zorunlu değil satın da alınabilmekte, para verip alınan veya kesilen bir kurbana da katlına bilmekte. Kurban kesmede şekil değil amaç önemlidir. Bugün genellikle adak ve cem dolayısıyla kurban kesilmektedir. Köylerde canlar kendileri kurban keserken bugün şehir ortamında, bu işi kasaplar yapmaktadır. Alevi-Bektaşiler’de kurban türleri içeri ve dışarı kurbanları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
A.İçeri Kurbanları:
1.Görgü Kurbanı: Cem’de yıllık görgüsü (sorgulanıp, aklanması) yapılan canların kestiği kurbandır.
2.Matem (Aşure) Kurbanı:Oniki günlük Matem orucu sonrasında lokma edilmek üzere kesilen kurbandır.
3.Düşkün Kaldırma Kurbanı:Alevilik kurallarına aykırı davrandığı için düşkün duruma düşenlerin aklanması için düzenlenen Cem ibadeti için kesilen kurbandır.
4:Abdal Musa (Birlik) Kurbanı:Yılda bir kez kış aylarında yapılan Abdal Musa Cemi için kesilen kurbandır.
5.Dardan İndirme Kurbanı: Hakka yürüyen bir Alevinin alacak verecek sorununu çözmek için çzmek için düzenlenen Cem ibadeti için kesilen kurbandır.
6.Musahip Kurbanı:Musahiplik cemi için kesilen kurbandır.
B.Dışarı Kurbanları:
1.Adak Kurbanı:Bir dileğin gerçekleşmesi öncesi veya sonrası kesilen kurbandır. Daha çok kutsal olarak görülen ziyaretlerin bulunduğu yerlerde kesilir.
2.Hızır Orucu Kurbanı:Her yıl 13-14-15 Şubat tarihlerinde tutulan Hızır Oruçlarında
3. Sultan Nevruz Bayramı Kurbanı:Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilen Sultan Nevruz Cemi için kesilen kurbandır.
4.Hıdırellez Bayramı Kurbanı:Her yılın 6 Mayıs’ında Hıdırellez Günü için kesilen kurbandır.
6.Kurban Bayramı’nda Kesilen Kurban: Kurban Bayramı’nın üç günü içerisinde kurban kesmek İslam dininde haç ziyaretinin bitimi ile ilgili yapılan bir yükümlülüktür ve geleneksel olarak daha çok birinci gün kurban kesilmektedir. Aleviler de Haça gitme inanç/ibadeti olmadığı için, Kurban Bayramında kurban kesmek, kurban namazına vs. gitmek yoktur, fakat isteyen (birazda resmi tatil olduğu için) yapmaktadır.
Kurban olabilen hayvanlar, koç, koyun, keçi, sığır, deve ve horozdur. Kesilecek hayvan hasta sakat kuzulayıcı ve yavru olmamalıdır ihtiyaç dışı cana kıyılmamalıdır, mümkün olduğunca ortaklaşa alınıp kesilmelidir. Aleviler genellikle kurbanı, istedikleri bir arzunun yerine geldiğinde kurban keserler. Ayrıca kurban’da esas amaç sevap kazanmak için yapılan niyettir. Kurban kesilmeden önce tekbir getirilir ki sözleri şu şekildedir:
Kurbanlarımızın kabulü için:
Bismişah Allah, Allah...
Ferman-ı Celil
Kurban-ı Halil
Delil-i Cebrail
Can-ı İsmail
Allahü Ekber, Allahü Ekber,
La İlahe İllallahü Vallahü Ekber
Allahü Ekber,
VeLillah-il-hamd
La feta İlla Ali
La Seyfe İlla Zülfikar
Bismişah Allahü Ekber”
kurban bu tekbirle kesildikten sonra şu dua okunur:
“Allah, Allah... Kurbanlarınız kabul, muratlarınız hasıl ola. Her tüyüne binbir sevap yazıla. Kazalara kalkan, belalara bekçi ola. İsmail Peygamberin kurbanı kabul olduğu gibi, sizin de kurbanlarınız Ulu Dergaha yazıla. Ağzımızın tadını bozmaya. İmam Hüseyin yardımcımız, Bozatlı Hızır gözcümüz ola. Gerçeğe Hü...” Bazı yörelerde Kurban Bayramında cemde yapılır. Bu durumda Oniki hizmet yerine getirilir, lokmalar dağıtılır.
Hz.Ali(598-661)
Hz. Ali (598-661) Kültü
Bilindiği üzere Hz. Ali Oniki İmamların birincisidir. Peygamberin amcası Ebu Talib’in oğludur. 598’de Mekke’de doğmuştur. İslam Dini’ni ilk kabul eden kişidir. Hz. Ali’yi çok seven Hz. Muhammed onu yanında yetiştirmiştir. Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evlenmiş ve ondan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin olmak üzere iki oğlu oldu. Hz. Muhammed’in katıldığı bütün savaşlara katılmış, birçok kez orduları komuta etmiştir. 632’de Hz. Muhammed’in Hakka yürümesi sonrasında halifelik sorunu ortaya çıkmıştır. Böylece Hz. Muhammed’in vasiyeti tutulmayarak önce Ebu Bekir, sonra Ömer, daha sonra ise Osman halifelik makamına geçti. Hz. Ali halifelik makamına geçtiğinde Şam’da gücünü arttırmış bulunan Muaviye ile mücadele etti. Bu amaçla yapılan Sıffin Savaşı (657) ordusunda meydana gelen bölünme nedeniyle sonuçsuz kaldı. Bu bölünmeyle oluşan Hariciler adlı grubu Nehrevan Savaşı (658) ile büyük ölçüde yok etti. Hz. Ali 22 Ocak 661 günü Haricilerden olan İbni Mülcem’in saldırısına uğramış, 24 Ocak günü ise Hakka yürümüştür. Hakka yürümesi sonrasında halifelik makamına büyük oğlu İmam Hasan geçmiştir. Hz. Ali bilgisi, cesareti ve kahramanlığıyla tanınmış ve bunları simgeleyen Esedullah Allah’ın Aslanı), Murtaza, Haydar, Haydar-ı Kerrar, Şîr-i Yezdan, Şah-ı Merdan, Şah-ı Velayet, Kuran-ı Natık, Allahın Arslanı, Evliyalar Şahı gibi birçok isimle anılmıştır. Yaşamı ve savaşları birçok edebi esere konu olmuştur. Güçlü bir hitabet yeteneğine de sahip olan Hz. Ali’nin siyasal, dinsel konuşma, mektup ve özdeyişleri Nehcü’l-Belaga adlı kitapta toplanmıştır.
Aleviler Hz. Ali’yi ilk Müslüman olarak kabul ederler. Çünkü Muhammed’in peygamberliğini (henüz dokuz yaşındayken) ilk o tanımıştır. Muhammed’e en yakın kişiydi, O’nun sırdaşıydı ve O’nun tarafından kendisinden sonra yerine geçeceği işaret edilen kişiydi. Derin bilgisi nedeniyle Ali “Konuşan Kuran” diye de adlandırılmaktadır. İslam dünyasındaki tarikatların çoğunluğu Hz. Ali’ye dayanmaktadır. Bu tarikatların silsileleri Hz. Ali ile başlatılır. Halifelik sorunu ile tohumları atılan ve Kerbela Olayı sonrasında gittikçe yayılan Alevilik onun adına dayandırıldı ve Aleviliğin temel şahsiyeti oldu. Aleviler, Allah, Muhammed ile Ali arasında çok yakın bir bağlılık görürler. Hatta bazen ikisini üçünü bir (tanrı) olarak görürler.
Tasavvufi terimlerde (ve İmam Caffer Buyruğunda Tanrının kendi varından) Muhammed ile Ali’yi aynı nurdan (kutsal, tanrısal ışık) yaratıldığı geçer ve söylenir. Muhammed bir hadisinde “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır” der. Aleviler bununla şöyle demek isterler: İslamı özümsemek için Muhammed kadar Ali’ye de gerek vardır. Muhammed İslam’ın “dış yüzünü”, Ali ise tasavvufi anlamda “özünü” anlatmaktadır. Ali “İnsan-ı Kamil” olarak görülür. Bazen Tanrısal güçlere sahip olduğu, bazen Tanrının yeryüzündeki ve her insandaki görüntüsü olduğu söylenir. Aleviler zaman içinde İslam sınırları aşan bir Ali kültü yaratmıştır. Bu durum kırklar cemi mitolojisinde açıkça görülmektedir (Bak 12 bölüm). Cemlerde okunan bir çok alevi deyişinde, örneğin Pir Sultanın bir değişinde, “Ben Aliyim, Ali benim” deyimi geçer.
Cemler de okunan başka bir deyişte ise tanrı Ali insana indirgenir.
Aynayı tuttum yüzüme
Ali göründü gözüme
Nazar eyledim özüme
Ali göründü gözüme....
Bu tür Ali kültü, Hak-Muhammed-Ali anlayışı, ne Sünni, nede Şia İslam anlayışında görülür ve yasaktır. Buna karşın Hak-Muhammed-Ali üçlemesi Alevilikte kutsal bir deyimdir. Bu ilişki Cemlerde de “Hak-Muhammed-Ali aşkına” veya kısaca Ali aşkına, Pir aşkına diyerek dile getirilir.